Müslüman kimliği ve camilerin ahvali

12

Bugün farklı bir konu ve farklı bir yazıya ayırıyorum sütunumu:

Camiler. Camilerle ilgili ihmal edilen veya görülemeyen çok çarpıcı meselelere çarpıcı bir dille parmak basan bir yazıyla baş başa bırakıyorum sizleri. MTO’muzun en parlak talebelerinden Mehmet Varıcı hocamızın zihin açan güzel bir yazısını paylaşıyorum. Zihin açıcı okumalar…

***

İslâm’da temizlik, yalnızca fiziksel bir arınma değil, aynı zamanda ruhun arınması ve ibadet için hazırlık anlamına gelir. Ne hikmettir ki, ilmihâl kitapları önce iman esaslarını ele alır, sonra ibadetleri anlatmaya koyulur ve bu bölümü su ile başlatır. Çünkü su, yalnızca bir madde değil, bir ilahi lütuftur; hem bedenin hem de ruhun temizlenme vesilesidir. Düşünelim: Abdestsiz bir namaz nasıl geçersizse, temizlenmemiş bir vicdan da aynı derecede eksik değil midir? Bedenin ve mekânın temizliği ibadetin ayrılmaz bir parçası olarak görülmüş, İslâm bu noktada insanın sadece iç dünyasını değil, yaşadığı çevreyi de temiz tutmasını bir sorumluluk olarak yüklemiştir. Kur’an’da defalarca vurgulanan suyun arındırıcı gücü, aslında hayatın kendisine dair de bir metafor sunar. O hâlde, camiler bu bilincin yansıdığı en temiz, en düzenli, en titizlikle korunan mekânlar olmalıdır. Peki, gerçekten öyle mi?

Modern dünya, Müslümanları temizlik konusunda eleştiriyor.

Haksız mı? Batı toplumlarında, akademik çevrelerde ve seküler dünyada Müslümanların hijyen konusunda yeterince hassas olmadığına dair yaygın bir kanı var. İslâm temizliği emrettiği hâlde, neden bazı Müslüman toplumlar kirli ve düzensiz görüntülerle anılıyor? Ne hazindir ki, sokakların bakımsızlığı, toplu ibadet alanlarının hijyenik olmaması, ortak kullanım alanlarının perişan hâli bu eleştirileri boşa çıkarmayı zorlaştırıyor.

Üstelik, sadece bireysel temizlik değil, kamuya açık alanların, özellikle camilerin, bu konuda en büyük çelişkilerden birini barındırdığı da acı bir gerçek. Oysa, namazdan önce abdest farz kılınmışsa, ibadet alanlarının temizliği de aynı titizlikle ele alınmalı değil midir?

Camilerin durumu ortada. Çoğunun avlusu, abdesthanesi, tuvaleti ve halıları ne yazık ki bu ilahî titizliği yansıtmaktan uzak. Bazı camilerde, abdesthanelere adım atar atmaz sizi ıslak zeminler, kötü havalandırma ve yıllardır el sürülmemiş gibi görünen duvarlar karşılar. Tuvaletlerin durumu mâlum; çoğu yer yer dökülmüş fayansları, eskiyen muslukları ve mahremiyet hissini yok eden düzensiz tasarımlarıyla içler acısı bir hâlde. Halılar deseniz, bazen ne zaman yıkandığını kestiremeyeceğiniz bir toz kokusuyla karşılaşmak kaçınılmaz. İslâm bu mu? Peygam-berimiz (s.a.v.), mescidi bizzat süpüren kadına hürmet gösterirken, biz nasıl oluyor da ibadet alanlarımızın temizlikten mahrum kalmasına göz yumabiliyoruz?

Ve bir başka mesele: Tuvalet ve abdesthanelerin tenha, izole, bazen ürkütücü köşelere konumlandırılması. Çoğu camide, bu mekânlara gitmek için basık bir koridordan geçmek, birkaç karanlık merdiveni inmek gerekir. Hele akşam vakti, tek başına bir cami tuvaletine girmek, pek çok insan için cesaret isteyen bir işe dönüşebilir. Peki, ibadetin temizlenmeden yapılamadığı bir dinde, neden bu kadar temel bir ihtiyacın karşılandığı alanlar ikinci sınıf muamele görüyor? Tuvaletler neden caminin uzak, tenha bir köşesine itilmiş? Abdest alma yerleri neden bir eziyete dönüşmüş?

Hani temizlik imandandı?

Ve o abdest alma yerleri… Adeta “Burada abdest almak istemeyin!” dercesine tasarlanmış bazı alanlar… Kimisi, muslukları erişemeyeceğiniz kadar uzağa yerleştirilmiş, kimisi oturduğunuzda üzerinize su sıçrayacak şekilde düzenlenmiş. Hele ayak yıkama meselesi… Birçoğunda öyle bir dizayn yapılmış ki, ya başınızı eğip üzerinize su sıçratmayı göze alacaksınız ya da başınızı dik tutup tamamen kuru kalmayı. İkisi de mümkün değil.

İbadet öncesi bir hazırlık, neden bu kadar zahmetli bir sürece dönüşmek zorunda? Oysa İslâm, hem ruh hem de beden temizliği için kolaylığı esas alır. Ama camilerde bazen sanki her şey zor olsun diye tasarlanmış gibi.

Bütün bunların sorumluluğu kimde? Cami dernekleri bu işin neresinde? Birçok cami derneği, caminin inşaatı ve maddi kaynakların sağlanması konusunda büyük çaba gösterirken, temizlik ve bakım gibi asıl süreklilik isteyen işleri ihmal ediyor.

Yeni bir cami yapmak büyük bir hizmet, fakat bir camiyi yaşanabilir, bakımlı ve temiz tutmak da en az onun kadar büyük bir sorumluluk değil mi? Camiler yalnızca namaz kılmak için değil, Müslümanların hayatlarını İslâmî ölçüler çerçevesinde düzene koydukları yerlerdir. Eğer bir cami kirli, düzensiz ve bakımsızsa, bu sorumluluk sadece cemaatin değil, öncelikle cami yöneticilerinindir. Bağış toplamayı iyi bilen cami dernekleri, acaba bu bağışların ne kadarını caminin sürekliliğini sağlamak için kullanıyor?

Bu noktada, Diyanet İşleri Başkanlığı’na ve Müslüman mütefekkirlere büyük bir sorumluluk düşüyor. Artık cami mimarisinde sadece görsellik değil, işlevsellik de ön planda tutulmalı. Tuvalet ve lavaboların konumu, abdesthanelerin yapısı her yaştan insana hizmet edecek şekilde tasarlanmalı. İnsan anatomisi, psikolojisi, mekân kullanım alışkanlıkları göz ardı edilmemeli. Bu alanlarda ileri düzeyde teorik ve pratik araştırmalar yapılmalı. Diyanet, mühendis, mimar, psikolog ve ergonomi uzmanlarından oluşan bir kadroyla yeni standartlar belirlemeli. Çünkü bu mesele sadece cami mimarisiyle ilgili değil,

Müslüman kimliğinin mekânda nasıl yansıtıldığıyla da doğrudan ilgili.

İslâm dini, yalnızca inançtan ibaret değildir. O, günlük hayatın her alanına dokunan, hayata nüfuz eden dinamik bir sistemdir. İslâm’da reform arayışları ve önerileri, İslâm’a yapılan büyük bir saygısızlık ve saldırıdır. Oysa, asıl ihtiyaç duyulan şey, İslâm’ı modernleştirmek değil, Müslümanların onu hakkıyla yaşayabileceği ortamlar inşa etmek ve var olanları özüne döndürmektir. Camiler, temizliğin, düzenin, estetiğin ve huzurun buluştuğu mekânlar olmalı. Çünkü bir caminin hâli, o topluluğun İslâm’a ne kadar hürmet ettiğini gösterir. Eğer camilerimiz bu hâlde ise, dönüp kendimize şu soruyu sormamız gerekir: Biz gerçekten İslâm’ı hakkıyla yaşıyor muyuz?

Mehmet Şimşek